Sena, adını kadın cinayetlerine kurban gitmişlerin arasına yazdırmak istemiyor. Onun hikayesi, sadece bir bireyin değil, tüm kadınların sesi olmanın ve bu sesin duyulmasının önemini simgeliyor. Son dönemde medyada sıkça yer alan kadın cinayetleri, toplumda derin yaralar açarken, Sena bu yaraların üstüne gitmek ve güçlü bir mesaj vermek amacıyla cesurca mücadele ediyor. Kadın cinayetleri basında "sıradan" bir haber haline gelirken, Sena'nın bu duruşu, yaşananların birer istatistik olmadığını, dokusu olan ve yaşamları etkileyen gerçekler olduğunu hatırlatıyor. Bu yazıda, Sena’nın hikayesi ve kadın cinayetleriyle ilgili toplumsal tabular üzerine kapsamlı bir bakış açısı sunulacak.
Kadın cinayetleri, tarihsel olarak köklü bir sorunun günümüzdeki yansımasından başka bir şey değildir. Kadınların toplumdaki yeri, tarih boyunca erkek egemen düşünce yapısı tarafından şekillendirilmiştir. Aile, iş ve sosyal çevre gibi farklı alanlarda baskı, istismar ve cinayetlere maruz kalan kadınlar, yaşamlarını tehlikeye atan bu sistemle sürekli bir savaş içerisindedir. Türkiye'de, 2020-2023 yılları arasında yaşanan kadın cinayetleri, medyaya yansıyan verilerle korkutucu bir hal almış durumda. Her biri kendi hikayesine sahip olan bu kadınlar, cinayetleriyle anılmak yerine yaşamlarıyla anılmayı istiyor.
Toplumda yaygın olan "benim başıma gelmez" düşüncesi, cinayetlerin her gün bir yenisinin eklenmesine sebep oluyor. Sena gibi güçlü kadınlar, bu düşünceyi yerle bir ederek, kendileri gibi düşünen birçok kadına ilham veriyor. Kadın cinayetleri ve şiddeti, sadece numaralardan ibaret değil; arkasında birer hikaye ve yaşam var. İnsanların bu gerçeği kabul etmeleri ve sesi çıkmayanların sesi olmaları gerekiyor.
Sena, yaşadığı şehrin sokaklarında dolaşırken kadın cinayeti haberlerini duyduğu her an, yaşadığı kayıpların ağırlığını daha derinden hissediyor. Bir gün, tanıdığı birinin bu şiddet sarmalının kurbanı olduğunu duyduğunda, kendisine bir söz verdi: "Ben de bir cesaret simgesi olacağım." Bununla beraber, kendi hikayesini oluşturmak ve diğer kadınları cesaretlendirmek adına sosyal medya platformlarında aktif olmaya başladı. Kadın cinayetleri ile ilgili yapılan araştırmalar ve dersler, ona kendini daha iyi ifade etme fırsatı sundu.
Sena'nın paylaşımları, sadece bir kadının yaşadıklarını değil, tüm kadınların suskunluğunu bozmalarına da çağrı yapıyor. Kimi zaman acı dolu anılarını, kimi zaman da umut dolu mesajlarını paylaşıyor. Yüzlerce kadın kendisinin hikayesiyle bağ kuruyor ve onun motivasyonu ile kendi seslerini buluyorlar. Bu şekilde, kadın dayanışması ve sosyal medya desteği ile önemli bir farkındalık yaratmayı amaçlıyor. Fakat Sena, kadın cinayetlerinin artışını sadece bir sayı olarak değil, toplumun değersizleştirdiği hayatlar olarak görüyor. Onun için her ses, bir hikaye ve her hikaye, duyulma hakkı taşıyor.
Sena’nın çığlığı, yalnızca kendisinin sesi değil. O, hayata tutunmaya çalışan, şiddet gören, hayalleri ve hedefleri olan tüm kadınların sesi. "Kadın cinayeti olarak anılmak istemiyorum" dediğinde, sadece kendi yaşamına değil, diğer kadınların üzerindeki baskılara da dikkat çekiyor. Cesur bir duruşla, yaşamak için mücadele eden kadınların hikayelerini duyurma arzusunu ifade ediyor. Her kadının bir hikayesi olduğunu hatırlamak ve onları temsil etmek için elinden geleni yapmaya çalışıyor.
Sonuç olarak, Sena’nın mücadeleci ve cesur tavrı, yalnızca kendisi için değil, tüm kadınlar için anlam ifade ediyor. Kadın cinayetleri ve şiddeti ile ilgili farkındalık yaratmak, sadece kurbanların sesi olmakla kalmamalı; aynı zamanda toplumun bu sorunlarla yüzleşmesini sağlamak için de bir yol olmalıdır. Sena'nın hikayesi, bu mücadelede bir dönüm noktası olarak değerlendirilebilir. Herkes, onun gibi sesini çıkarabilir ve değişimi başlatmak için birer kıvılcım olabilir. Kadın cinayetleri istatistiklerle değil, hayatlarla tanımlanmalıdır ve Sena, bu konudaki cesaretin sembolü olmaya devam edecek.